24 Ağustos 2019 Cumartesi

Çocuklar Gibi


Bende hiç tükenmez bir hayat vardı,
Kırlara yayılan ilkbahar gibi.
Kalbim hiç durmadan hızla çarpardı,
Göğsümün içinde ateş var gibi.


Bazı nur içinde, bazı sisteyim,
Bazı beni seven bir göğüsteyim,
Kâh el üstündeydim, kâh hapisteydim,
Her yere sokulan bir rüzgâr gibi.


Aşkım iki günlük iptilâlardı,
Hayatım tükenmez maceralardı,
İçimde binlerce istekler vardı,
Bir şair, yahut bir hükümdar gibi.


Hissedince sana vurulduğumu,
Anladım ne kadar yorulduğumu,
Sâkinleştiğimi, durulduğumu
Denize dökülen bir pınar gibi.


Şimdi şiir bence senin yüzündür,
Şimdi benim tahtım senin dizindir,
Sevgilim, saadet ikimizindir,
Göklerden gelen bir yadigâr gibi.


Sözün şiirlerin mükemmelidir,
Senden başkasını seven delidir,
Yüzün çiçeklerin en güzelidir.
Gözlerin bilinmez bir diyar gibi.


Başını göğsüme sakla sevgilim,
Güzel saçlarında dolaşsın elim.
Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim,
Sevişen yaramaz çocuklar gibi.


Sabahattin Ali




Sezen'in sesinden...



19 Ağustos 2019 Pazartesi

Dostoyevski


Sefaletle başlayan ve çıkışları kadar inişlere sahip olan bir yaşam… Dostoyevski…

Trajik bir yaşam öyküsü var Dostoyevski’nin. Bağımlı denilebilecek kadar alkole düşkün eski bir asker olan babası, önünden ekmeğini alsan sesini çıkarmayacak kadar içine kapanık olan annesiyle başlayan hayatı Zweig’in de tarif ettiği gibi üç kere büyük çıkış yaşayıp üç kere de dibe çakılışla devam etmiş...

Mühendislik okulundan mezun olduktan sonra İstihkam Müdürlüğünde çalışmaya başlamış fakat askerliği kendine uygun görmediği için bir yıl sonra ayrılıp kendini edebiyatın kollarına bırakmış. Önce çevirilerle başlayan edebi yolculuğa 1846 yılından ilk romanı olan İnsancıkları yayımlamasıyla yazarlıkla devam etmiş. Hem halk hem de eleştirmenler tarafından çokça beğenilen bu eseri ona bir nevi ismini armağan etmiş. Bu Zweig’e göre ilk çıkışı Dostoyevski’nin.

Bu şöhret oldukça kısa sürmüş. Yeniden yazmaya başlayarak aynı yıl Gogol’dan etkilenerek kaleme aldığı Öteki isimli eseri ise tam bir hayal kırıklığı olmuş. Kitap, daha önce onu destekleyen Belinsky tarafından bile beğenilmemiş. Umudunu yitirmesine rağmen şansını zorlayan Rus yazar, 1847’de “Ev Sahibesi”, 1848’te “Beyaz Geceler” ve “Bir Yufka Yürekli” isimli eserlerini yayımlamış. İçlerinden yalnızca “Bir Yufka Yürekli” isimli kitap beğenilmiş ve Dostoyevski ümidini tamamen yitirmiş. Tabi ilk çöküşte hemen ardından yaşanmış. 1849 yılında hükümeti yıkmak istediği gerekçesiyle tutuklanmış. Dört ay boyunca neyle suçlandığını bilmeden cezasını beklemiş ve bu bekleyişin sonunda da cezası en ağır olanı olmuş: kurşuna dizilmek.


Kurşuna dizilecekleri sırada ani bir kararla cezaları Sibirya’ya sürgün edilmek olmuş. Katorga denilen bu ceza ölüm cezasından sonra gelen en büyük cezadır. Bu dört yıl süren cezanın ardından er olarak orduya girmiş ve 1858 yılında son bulan bu sürgünün ardından Petersburg’a geri dönmüş.

Katorga zamanında yazmaya başladığı “Ölüler Evinden Notlar” eseriyle Rusya’yı yeniden büyülemiş. Gazetesini çıkarmış, romanları yayımlanmaya başlamış. Anlayacağınız hayatındaki ikinci sıçrama da bu zamanlarda gerçekleşmiş. Ama işler yine tersine dönmüş. Gazete kapatılmış, subay olduğu dönemde evlendiği karısını kaybetmiş, abisini ve en yakın arkadaşını da bu dönemde yitirmiş. Büyük bir borç batağına saplanmış ve isimsizliğine geri dönmüş.

Alacaklıların üzerine gelmesiyle birlikte Avrupa’ya kaçmış. Katorgadan farksız olan bu zaman diliminde “Yeraltından Mektuplar”, “Suç ve Ceza”, “Kumarbaz” gibi eserleri yayımlanmış. Stenograf olarak işe aldığı Anna Snitkin ile zaman içerisinde yakınlaşan Dostoyevski, 1866’da evlenmiş. 1868’de doğan küçük kızını soğuk alğınlığından daha üç aylıkken kaybetmiş. Bu sefaletle ve acıyla geçen yılların ardından Anna’nın desteği sayesinde borçlarından yavaş yavaş kurtulmuş.


Bu dönemde Dostoyevski’nin tek sorunu kötüye giden sağlığı olmuş. Çocukluğundan beri sara nöbetleri geçiren yazarın hastalığı her gün kendini biraz daha çok hissettirmiş. Ancak o yine de yazmaya devam etmiş ve 1879 yılında “Karamazov Kardeşler”i yazmaya başlamış. Ve 1880 yılının son aylarında kitabı tamamlayarak, yayımlatmış.

Hayatının bu üçüncü ve son çıkışını yaşadığı dönemde Puşkin’in anısına yapılacak olan konuşma görevi ona verilmiş ve onu halkının gözünde en iyi yazar yapmış. Ama hayatının üçüncü ve son çöküşü yaşanmış hiç kuşkusuz. Ölümü.

Hastalığı iyiden iyiye artan Dostoyevski 10 Şubat 1881’de hayata gözlerini yummuş. Rusya derin bir mateme bürünmüş bu ölümün üzerine. Binlerce insan Petersburg’a gelmiş ve son yolculuğuna uğurlamış günün ve geleceğin en büyük yazarını…

6 Ağustos 2019 Salı

Üç Usta "Dostoyevski"


Stefan Zweig, Üç Usta kitabında şöyle der Dostoyevski için; 
Fyodor Mihailoviç Destoyevski’den ve onun iç dünyamız için taşıdığı anlamdan layıkıyla söz etmek zor ve sorumluluk gerektiren bir şeydir; çünkü bu benzersiz cesaret ve güç, yeni bir ölçü ister. 
İlk yaklaştığında kendi içinde bütün bir eser, bir yazar bulacağı yanılgısına kapanır insan; fakat sınırsız bir şey, kendi yörüngelerinde dönen yıldızlarıyla, gök kubbelerinin bambaşka müziğiyle bir evren keşfeder. Bu âleme sonuna kadar nüfuz edebileceğine dair cesaretini yitirir akıl: İlk fark edilen, büyüsünün fazlasıyla yabancı olduğu, fikrinin sonsuzluğa doğru fazlasıyla geniş olarak kümelendiğidir; iletisi, ruhun bu yeni gök kubbede, yurdunun göklerinde olduğu gibi bir anda bulup çıkaramayacağı kadar yabancıdır. Dostoyevski, içeriden yaşamadıkça bir hiçtir.”

Dostoyevski ile ilk tanışmamız yıllar öncesine dayanır. “Yeraltından Notlar” tanışma kitabımızdır bizim. İlk okuduğumda tam kavrayamadığım bundan sebep ikinci kez okuduğum bir yapıttır ayrıca. İşte Zweig’e bu yüzden sonuna kadar katılıyorum. Dostoyevski, içeriden yaşamadıkça bir hiçtir.

Bir eseri okurken yazarı hakkında çoğu zaman bir bilgi birikimi yapmadan direkt okumaya koyulurum. Her kitap için değil belki ama çoğunluğu için yazarının hayatı da cümlelerin bir yerine sıkışmış olur. Bundan sebep yazarını anlamadan kitabı anlamak pekte mümkün olmaz. Dostoyevski ile aramızdaki ilişki işte böyle bir şey. Okuyorum ama bir yanı eksik kalarak.

Eğer Dostoyevski ile ilgili olan ve mutlaka okumalısın dediğiniz bir kitap varsa önerilerinize açığım.

Sevgiyle…

3 Ağustos 2019 Cumartesi

İlyada


24 bölümlü, 16.000’i aşkın dizeli, edebiyatta destan türünün nadide örneklerinden olan, yıllar süren Troya savaşının bir kısmını anlatan güzel mi güzel eser. Mitoloji ve gerçek birbirine karışır. Okurken kendinizi; Troya kentinin duvarının dibinde savaşın tam ortasında hissederken birden İda’nın tepesinde Zeus’un yanı başında otururken bulursunuz. Denizin dibine de girersiniz, Olympos’un zirvesine de çıkarsınız. Akhilleus’un öfkesine tanık olurken, Hektor’un savaşçılığında kaybolursunuz.
“Aslında İlyada, Troya’nın destanı değil, Akhilleus’un destanı sayılmalıdır.” der Azra Erhat önsözünde. Haklıdır da. Akhilleus’un savaşın ardına çekilmesiyle başlayan destan, Hektor’la çarpışmasına kadar geçen süreyi kapsar. Yıllar süren savaşın, dokuzuncu yılının, 51 günlük süresini ele alır. Tanrılarla insanların birlikte hareket ettiklerine şahit olursunuz. Kimi zaman Tanrıların arasındaki kavgaları da okursunuz.

Öncelikle kitap çok geniş çaplı bir önsöze sahip. Homeros’u, Troya kentini, Troya savaşını, İlyada’da geçen tanrıları, tanrı-insanları, insanları ayrıntılarıyla açıklıyor. Destana başlamadan önce derinlemesine incelemiş oluyorsunuz. Bu önsözü okuma sürecinizde birde araştırmalara yer verirseniz daha da adapte oluyorsunuz. Destanı okurken de bu araştırmalar devam ediyor. Özellikle de mitoloji hakkında bilginiz sınırlıysa yanınızda mitoloji sözlüğü veya internetten kolaylıkla araştırma yapabileceğiniz bir ortamda okumanızı tavsiye ederim. Böylece savaş destanı olan İlyada, bir mitoloji dersi haline gelebiliyor.

Şimdi Odysseia’yı okumaya başlamadan öncesinde mitolojik anlamda büyük çapta bir araştırma yapmaya koyulacağım. Gerekli mi? Belki de değildir. Fakat dümdüz okumaktansa anlayarak ve hissederek okumak çok keyifli bir serüven halini alıyor. Kendim için bunu yaparak yola devam edeceğim.

Yazıyı bitirmeden önce son günlerde gündemimizi meşgul eden ve daha da çok meşgul etmesi gereken bir konu hakkında kısaca bahsedeceğim. Bildiğiniz üzere Kaz Dağları’nda büyük bir katliam yaşanıyor şu sıralar. Katliam diyorum çünkü onlarca ağacı kesmek bir katliamdır bana göre.


Yukarıda da bahsettiğim İda Dağı’ndan söz ediyorum. Şu mitoloji efsanelerine bile konu olan, Zeus’un Troya savaşını izlediği zirveden. Kaz Dağları ülkemiz için olduğu kadar dünyamız içinde önemlidir. Nefestir. Tarihtir. Efsanelerdir. Halk hikâyeleridir. Efsanelerin olduğu kadar gerçeklerindir de.


Şimdi neler oluyor peki Kaz Dağları’nda. Hemen söyleyeyim. Yerin dibinden altın çıkarmak için yerin üstünde nefesimizi kesiyorlar. Öyle üç beş ağaçta değil bahsedilen, 195 bin küsür ağaçtan söz ediliyor.

Altınoluk Şahindere Kanyonu

Geçtiğimiz yıl Kaz Dağları’nın eteğinde geçirmiştim birkaç günümü. Sanırım hayatımdan birkaç gün giderken o günler nefesime eklenmiş gibiydi. Tazelenmiştim. Nefes almıştım işte. Günün doğuşunu dağın ardından izlemek ne zevkliydi bir bilseniz. Yaşadığımı hissettiğim o güzel anlardan biriydi. Bir de gece dağların içinden geçerken yüzümü gökyüzüne kaldırdığımda gördüğüm o eşsiz güzelliği bir daha görmedim.

Şimdi diyorlar ki bütün bu güzellikler elinizden gidiyor. Hem de ne için? Yaşam felsefesi haline getirdikleri para için.

Lütfen sesinizi çıkarın bu katliama. Lütfen tepkinizi dile getirin. Sadece yazarak bile bunu yapabilirsiniz. En azından bir çaba gösterin. Nefesimizi kesmesinler.

#KAZDAĞLARIHEPİMİZİN

2 Ağustos 2019 Cuma

Markopaşa Yazıları ve Ötekiler



Sabahattin Ali’nin romanları ve öyküleri hepinizin malumu, kalemi sağlam olan bir yazardır Ali. Fakat onu daha iyi tanımak ve anlayabilmek adına okunması gereken eserleri kesinlikle mektupları ve mecmualarda çıkan yazılarıdır.

Markopaşa Yazıları ve Ötekiler öncelikle Ali ile yapılan anketlerle ve röportajlarla başlıyor. Sonrasında Ali’nin de başyazarlığını yaptığı Markopaşa mecmuasındaki yazılarıyla devam ediyor.
Markopaşa yayın hayatına 25 Kasım 1946 yılında başlayan, müdürlüğünde Sabahattin Ali’nin yanı sıra Aziz Nesin, Mücap Nedim Ofluoğlu ve Mustafa Uykusuz’un da bulunduğu haftalık siyasi mizah gazetesidir. İkinci sayısından itibaren ara ara sansürlere maruz kalan dergi, 22. sayısından sonra yayın hayatına Merhumpaşa ve Malûmpaşa isimleriyle devam eder. Daha doğrusu Markopaşa 24. Malûmpaşa ise 6. sayısından itibaren başladığı yoldan tam tersi bir yola sapar. Yani bizim yazarımız Sabahattin Ali ile bir bağı kalmamıştır.

Bütün bu mecmualardan sonra Sabahattin Ali’nin ‘Alibaba’ ve ‘Zincirli Hürriyet’ dergilerinde yayımlanan yazıları gelir.

Başlarda Ali; sanattan, tiyatrodan, okuduğu yazarlardan ve kitaplardan bahsediyor bu kitapta bulunan yazılarında. Markopaşa dergisi ile birlikte siyasi konulardan da sık sık bahseder hâle geliyor. İşte benim kanaatimce ölüm sebeplerinden biride bu yazılar. Fikrini, düşüncesini öyle açık beyan etmiş ki Ali, ister istemez bunun sebep olduğunu düşünüyorsunuz. Yani en azından ben bu şekilde düşünüyorum.

Uzun lafın kısası, iyi ki varsın Sabahattin Ali. İyi ki…

1 Ağustos 2019 Perşembe

Ağustos...



Bu aya güzel bir hikaye ile başlayalım istedim. Daphne ile Apollon'un hikayesi...

Defne ağacına dönüşen Thesallia ırmağı Peneus’un kızı Daphne güzelin güzeli bir nympha imiş. Kendini Gaia tanrıçaya adadığı için erkekten kaçarmış. Tanrı Apollon ona gönül vermiş, peşine düşmüş, kız kaçar, tanrı kovalarmış. Tam yakalanacağı anda Daphne, babası ırmağa yakarmış onu kurtarsın diye. Birden bir defne ağacına dönüşmüş. Tanrı da bakmış ki kolları arasında sıktığı gövde bir ağaç kütüğü. Defne ağacını kendi kutsal ağacı diye benimsemiş tanrı, sazını çalar, Musa’ların korosunu yönetirken dallarından yaptığı çelenkleri eksik etmemiş başından.


Ve Apollon der ki;

"Ey güzeller güzeli, ben seni çok sevdim. Sen beni istemedin ve benden kaçtın. Oysa ki ben sana ne kadar aşıktım ve şu yeryüzünde beni reddedecek başka bir canlı yoktu. Ben seni karım yapacaktım. Madem ki benim karım olamadın o zaman benim onur ağacım olacaksın. Bundan böyle ben ve tüm kahramanlar senin ağacının dallarıyla süsleyecekler kendilerini. Kokulu saçlarından olan bu ağacın yaprakları yaz ve kış yeşil kalacak ve ben onları taç yapacağım başıma."




İşte böyledir bu güzeller güzeli ağacın hikayesi...

Merhaba sevgili okur. Merhaba Ağustos.